ah benim iki gözüm,
gün gelecek denizlere bulanacak bu hikaye
ne başladığı gün kadar sakin
ne unutulduğu kadar kızıl
ah benim iki gözüm,
affetmek, biraz daha sonsuza düğümler insanı
zaman dediğin eni konu ademoğlu icadı
sen
her ihtimale karşı
taşınırken bu şehirden,
intihar mektuplarını komşulara emanet etme
gözlerinden hasretle öperim...
1 Ağustos 2013 Perşembe
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Haziran sonu Temmuz başı
"mesela yağmur yağar ıslanırız,
şehir daha kalabalıktır mesela
biz daha da kalabalığızdır mesela
isim, şehir söz filan tutarız da olmaz bazen
olmaz işte bazen"
tüm sesli harfler tam üç asır önce kovuldu bu hikayeden. tam üç şahit tutuldu, biri sonsuz mülteciliğe, diğeri son söğüt ağacında idam edilmeye ve sonuncusu kıyıda köşede kalan kederlere mahkum edildi.
unutma, ölünün incelenmesi de bir tür keşiftir.
komşular bir ihaneti sustu, tüm ağaçlar inkar, içimizde en çok Müjgan özlendi, şehir isyanda, tüm defterlere kanla yeminler düğümlendi...
sonra gün doğdu, gün battı...
şehir narkozla uyuttu kendini, her sokak rakıya çıktı, topuzlu karyola bir köşede unutuldu, o yaz kaderimiz toprağa düğümlendi. ölümünün, zamanın eğilip büküldüğü akşam saatlerine denk gelmesi bir kehanetin karşılığı olabilir mi inan bilmiyorum. bu makam sabah ezanına yakılmıştı, bütün sorularımızın bizden ayrı bir boşluğu sürmesi gerekirken elimdeki neşteri hangi ağacın altına gömmüştüm, inan cevaplayamadıklarım bunlarla sınırlı değil ve inan, gerçekten inan, çingenelerle o yolculuk için tüm kavgaların uğruna pazarlık yapan da ben değildim. otogarların yağmalanmasını sonra anlatacağım.
fazla değil, ıhlamur kokusundan, bir çift güvercinden ve kovulduğumuz sarayımızdan miras kalan o paslı revolverden fazlasına ihtiyacımız yok...
şimdi sana anlatsam, cesetlerin yarım kalan cümlelerinin önemini, masada kalan son zeytinin bereketini, eski sokağının çocuklarını anlatsam, yerlileri nasıl doğradıklarını, parmak izlerindeki ismimi, vapurların kokusunu, ama en çok yangınları anlatsam, deliliğimi yine de cebinde saklar mısın?
fırtınayı çağırma,
bu gece
yetimhaneler dışındakileri yakalım, aklımızda şairin dizeleri...
"Gözlerinden, gözlerinden öperim.
Bir umudum sende, anlıyor musun?"
şehir daha kalabalıktır mesela
biz daha da kalabalığızdır mesela
isim, şehir söz filan tutarız da olmaz bazen
olmaz işte bazen"
tüm sesli harfler tam üç asır önce kovuldu bu hikayeden. tam üç şahit tutuldu, biri sonsuz mülteciliğe, diğeri son söğüt ağacında idam edilmeye ve sonuncusu kıyıda köşede kalan kederlere mahkum edildi.
unutma, ölünün incelenmesi de bir tür keşiftir.
komşular bir ihaneti sustu, tüm ağaçlar inkar, içimizde en çok Müjgan özlendi, şehir isyanda, tüm defterlere kanla yeminler düğümlendi...
sonra gün doğdu, gün battı...
şehir narkozla uyuttu kendini, her sokak rakıya çıktı, topuzlu karyola bir köşede unutuldu, o yaz kaderimiz toprağa düğümlendi. ölümünün, zamanın eğilip büküldüğü akşam saatlerine denk gelmesi bir kehanetin karşılığı olabilir mi inan bilmiyorum. bu makam sabah ezanına yakılmıştı, bütün sorularımızın bizden ayrı bir boşluğu sürmesi gerekirken elimdeki neşteri hangi ağacın altına gömmüştüm, inan cevaplayamadıklarım bunlarla sınırlı değil ve inan, gerçekten inan, çingenelerle o yolculuk için tüm kavgaların uğruna pazarlık yapan da ben değildim. otogarların yağmalanmasını sonra anlatacağım.
fazla değil, ıhlamur kokusundan, bir çift güvercinden ve kovulduğumuz sarayımızdan miras kalan o paslı revolverden fazlasına ihtiyacımız yok...
şimdi sana anlatsam, cesetlerin yarım kalan cümlelerinin önemini, masada kalan son zeytinin bereketini, eski sokağının çocuklarını anlatsam, yerlileri nasıl doğradıklarını, parmak izlerindeki ismimi, vapurların kokusunu, ama en çok yangınları anlatsam, deliliğimi yine de cebinde saklar mısın?
fırtınayı çağırma,
bu gece
yetimhaneler dışındakileri yakalım, aklımızda şairin dizeleri...
"Gözlerinden, gözlerinden öperim.
Bir umudum sende, anlıyor musun?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)